GRAVÜR SANATÇISI
Kazıma ve oyma sanatı olan gravür, ülkemizde ilk kez grafik sanatçısı Aliye Berger tarafından yapıldı 1906 yılında İstanbul' da doğan Berger, sanatını İngiltere' de geliştirdi ve yurda dönüşünde ürünlerini sergiledi Daha sonra yabancı ülkelerde de çeşitli sergiler açan sanatçı, tarihçi, diplomat ve hattat olan Şakir Paşa' nın kızıdır
Aliye
Berger: Doğduğu andan itibaren sıradanlığa meydan okumuş, benzersiz,
eşsiz bir insan...
Tanrının yarattığı, dokunarak dünyaya gönderdiği,
bahşettiği, lütfettiği özel insanlardan birisi...
Herkesin kendisini
bıraktığı hayat akışına karşı durmuş. Karşı durmayı öğrenmemiş, öğrenerek karşı
durmamış, başka türlüsünü düşünemediği için, içinden böyle yaşamak geldiği için
ve o içinden geldiği gibi yaşamayı tercih ettiği için karşı
durmuş...
Yaşamış!
Zorlamasız, rolsüz,
yapmacıksız yaşamış...
Dünyadaki kısacık zamanını, son
saniyesine kadar hissederek yaşamış. Herşeyi, neticede mezara
götüremeyeceği herşeyi düşünmeden harcamış, özgürlüğü,
gerçekliği, benliği ve zamanı harcamamış...
"Aşkla yaşadım. Ölümler bile öldüremedi
bendeki aşkı. Coşkuyla, aşkla ve sevgiyle yarattım ne
yarattımsa!"
Ne yapmışsa aşkla
yapmış...
Aşkla yani tutkuyla, en doruktaki hislerle, heyecanla,
mutlulukla, uçarcasına, yaşamayı mucize kabul ederek, içi
titreyerek...
Aşık olmuş; deliler gibi... Sevdiği adamın
sevgilisini kurşunlayacak kadar, sevdiği adamı yıllarca bekleyecek kadar,
sevdiği adamı elde edecek kadar, sevdiği adamı evlendikten altı ay sonra
kaybetse de ömür boyu sevecek kadar tutkuyla aşık olmuş...
Resim
yapmış; deli olurcasına... Yaparken çok zorlansa da, yaptığı ilk
yağlıboya tablosuyla birincilik ödülü almış. Üstelik Türkiye'nin en ünlü
ressamlarını aşarak...
Aşmış, çünkü resmi de içinden geldiği gibi
yapmış, kendisini sınırlamamış, yarışmayı kazanmaya
odaklanarak resmini yönlendirmemiş. Sadece içinden taşan
mucizevi aşkı tuvale akıtmış...
|
Güneşin Doğuşu - İş ve İstihsal
Birincilik Ödülü
|
Gravür yapmış; ölümü
delirtircesine... Uzun yıllar bekledikten sonra, doyamadan yitirdiği
büyük aşkını, Karl Berger'i kazımış gravür levhalarına. Cılız
bilekleriyle, dünyadaki en güçlü yumruğu indirmiş
ölüme, aşkını ölümsüzleştirmiş, elleriyle metal levhalara kazıyarak.
Ve kendisini ölümsüzleştirmiş, bunu hiç düşünmeden, umursamadan,
dert etmeden. Kendiliğinden.
Bir gün
evinde çıkan yangını söndürmek için koşup gelen komşuları, kuş tüyü
yastıklarıyla alevleri söndürürken, yastıktaki tüyler havaya savrulup alev
almış. Evin içine ateş parçaları yağmaya başlamış, ışıl ışıl...
Aliye
derhal eline bir kağıt ve kalem alıp, bir yandan bu müthiş manzarayı çizerken,
bir yandan da "ne müthiş, durunuz, söndürmeyiniz!" diye
bağırıyormuş...
İşte bu tutkuyla resim yapmış Aliye, bu tutkuyla
yaşamış...
Farklı olmaya çalışmamış, farklı olmayı önemsememiş,
farklı olmamış, farklı doğmuş aliye...
İçinde O'ndaki tutkuyu
taşımayan, farklı doğmayan, farklı olmak için türlü soytarılıklara, yapmacık ve
eğreti kılıklara bürünen ve duvar kağıdı üretir gibi "sanat" üreten insanlara
nasıl sanatçı diyebilirim ben şimdi?
Karl Berger'in evi diye, "Karl burada otururdu, burada
keman çalardı, burada kitap okurdu, anıları her yerde" diye ölene dek aşkının
evinde oturmuş.
Ev soğukmuş, ev eskiymiş, Nişantaş'da ailesinin apartmanı
varmış gitmemiş...
Baskı makinesinin durduğu odayı elinden almışlar,
gitmemiş...
Üst katına konfeksiyoncular yerleşmiş, evde gürültüden
durulmaz olmuş, gitmemiş...
Şimdi ben lüx evlerinde, rahatlığın
rehavetiyle, rahatlığın körelttiği eksik hayat tutunuşlarıyla "sanat" yapanlara
nasıl sanatçı diyebilirim?
Onlara sanatçı dersem Aliye Berger'in yüzüne
nasıl bakarım, gravürlerine nasıl bakarım...
|
Otoportre |
Doğup büyüdüğü ortamda,
sanata verilen değer, çevresinin sanatçılar ve edebiyatçılarla dolu olması, Fahr
El Nissa gibi bir mucizeyle kardeş olması ve daha pekçok etken Aliye Berger'i
şüphesiz etkilemiştir...
Şüphesiz eğitmiştir...
Şüphesiz
desteklemiştir...
Fakat Aliye bu etkilerin üstüne çıkarak,
ufuklara seslenmiş, asla Aliye'likten ayrılmamış, asla
öğrenilmiş teknikler kıskacında sanat yapmamış...
Sanatçı
olmamış, sanatçı doğmuş...
Zira geceliğine gravür baskı
yaptığında, "denedim oldu" diyecek kadar umursamaz bir yaratıcılıkla, "kolalı
yakalı, koca gözlüklü, çatık kaşlı, beyaz yüzlü" sanatçıları çıldırtan eserler
ortaya koymuş...
Tasvir ettiğim kuralcı sanatçıları kızgınlıktan
çıldırtan eserleri, yaşamayı seven, kahkaha atmayı bilen, dost ve yaratıcı
gerçek sanatçıları ve sanat severleri keyiften, hazdan çıldırtmaktalar.
Hasta olarak yattığı hastane odasında, odasının
penceresinden izlediği Boğaziçi köprüsü inşaatına kayıtsız kalmamış.
Yerleştirilen her beton blokla çocuklar gibi sevinmiş.
Bu
köprüyü nasıl olup da inşa ettiklerine inanamamış...
Ne
müthişmiş...
Ve gravürünü yapmış...
Hasta yatağında,
umutsuz, karamsar ve hırçın bir ihtiyar
olmadan...
Hastaneye, neşe saçarak, sanat
saçarak...
Hayat saçarak...
Büyükada'da
öldüğünde, Füreya tabutuna pembe bir peluş örtmüş, tabutta öyle bir renk olmaz
demişler. Füreya bu an bile gözlerimi dolduran bir büyüklükle, bir aşmışlıkla,
bir vefayla, "kim ne derse desin" demiş, "Aliye olsa böyle yapardı, böyle
isterdi...
Şimdi ben size Aliye Berger'i anlattım mı?
Kocaman bir hayır...
Ben okyanustan bir
bardak su aldım, bu sayfayı ıslattım... Sadece o kadar...
Aliye
Berger'i biraz olsun anlamak için okumanızı tavsiye ediyorum...
Alyoşa,
Emel Koç, Can Yayınları
Aliye Berger, Yaşamı/Sanatı/Yapıtları, Ada
Yayınları
Şakir Paşa Ailesi, Şirin Devrim, Doğan Kitap
Aliye
Berger, Yapı Kredi Yayınları
İş ve İstihsal 1954 Yapı Kredi Resim
Yarışması Katoloğu
Füreya, Ayşe Kulin, Everest Yayınları
O Güzel
İnsanlar, Zeynep Oral, Cumhuriyet Kitapları
Ayrıca pek çok makale, tez,
anı yazısı...
Okudukça farklılaşacaksınız ve okudukça yaşamaya
başlayacaksınız...